YAZILAR Haber Girişi : 07 Şubat 2017 09:08

Nusaybin… Nısebin… Nasibeyn…

Nusaybin… Nısebin… Nasibeyn…
Yüreklerdeki bandajın pasıyla başlama durumundayım… Dört bir yanı gri dumanlar tüten, gönüllere kahır tüttüren kent…
Yüreklerdeki bandajın pasıyla başlama durumundayım… 
Dört bir yanı gri dumanlar tüten, gönüllere kahır tüttüren kent… 
Böyle mi olacaktın, mayınla mı anılacaktın…
Ayazların, rüzgârların yonttuğu bir gülün olgunlaşma hâlidir bu hâlsizlik…
Yüreklerin, zalim dünyalının zulmüne dayanamama hâlidir bu hâl... 
Nusaybin, ebeveynlerin kızıl hülyası, gençlerin naif hayaliydi…
Ne olmuş neden olmuş, kim olmuşla ilgili değilim ben…
Sebepleri umursamam umursayamam, sonuçlara katlanmak zorunda kalan çocukların, yaşlıların, yaslıların yüreğindeki kor kümesine bakar dururum ben… 
Nusaybin darmadağın, Nusaybin düş, düşüş… 
Ey Nusaybin yüksel, yüksel ki konuşulsun bu yükseliş…
Hemen baştan uyarmalıyım ki kalbiniz kaldıramayabilir bu dramın akıbetine sebep olan kelimelerimi… 
Zehir yüklü sözcüklerimin görünmeyen ve söndürülemeyen bir gazabı var… 
Ne söylememi bekliyorsunuz ki; kelebekler çiçekler ve böcekler mi… Hayır! Asla ve katta!
Adil ol Nur! Hakikati söyle… Diye emrediyor bana Çağ Çağ suyu ve Zeynel Abidin makamı…
Adil ol Nur! Allah’ın adını an ve Peygamberin namını…
Kaç acıyla insan ayakta kalabilir ki ve yürürken bile narkozlu bir kader mi bu gam…
Ne desem etkileyici olur ki: Annelerin bilmediği bir dünyayı yaşadığını mı söylesem, dışarıda 40 lira için kaçak gözyaşı döken babaların helal gayretini mi, hepsine tanık olup her şeye herkese gizli gizli ağlayan kalbimin zayıflayan omurgasını mı yazayım, ruhumun hayretini mi…
Siz de ağlayın, mıcır taşlarının bile ağladığı o drama siz de ağlayın…
Sokaklarında bilye oynadığımız o kente ağlayın, ağlayın ki daha da ağlayamasın hiç kimse hiçbir şeye…
Soğuk yüzlü cümlelerime yazıklar olsun, söndürmek şöyle dursun yangın yangın kavrulan yüreklerin dünyadaki azabını mı yazsam… 
Titreyen ömürleri bin kere yaşamanın ne anlamı var, kim şifa olacak Nusaybinlinin hayatına ve hayretine kim… 
Kendi kendine derin nefeslik akıbetine! 
Kim… Yine usulca, yine kuytuda bir başına acı sahipleri…
Daha acı anlamlar yüklemişim yüklemlerime, tümcelerime! 
Bir kentin kahır ağırlığını kalbinin dehlizlerinde hisseden ancak anlayabilir ünlemlerimi! 
Minarelerin bile çilekeş bir üslupla ağladığını duymadınız mı, minareleri ıstırap duyan bir kentin dramıdır kardeşim bu mektup, bu ömür, bu sıla, bu yas, bu büyük kara yara…
Belki fark etmediniz ama; herkes bilsin istedim, çıldırmaktan mola vermişti Mor Yakup kilisesinin arkeolojik seyri… Ve Alman köprüsü sanki kahrın anıtı ve dikilmiş âşıkların yangın yürekli hâllerine…
Âşıkların aşık kemiği ilik nakli bekliyor bu kentin sancısından, acısından…
Yaşlı amcaların kulaklarına ve gözlerine kramp girmiş ve ninelerin yaşamakta zorluk çektiği yaşlılığının ne anlamı kaldığını kim izah edecek bana…
Tek bir sebebi var bu tasvirlerimin: Çocuklar hâlâ çocuk ve Cehennem aynı Cehennem…
Ve Ortadoğu’nun kaynayan kazanında Nusaybin hâlâ ayakta ve ayak gri bir pasın bandajında… ‘‘Üzülme, Hüzünlenme’’… Şifa Allah’tandır, ümit Allah’a… 
Yürek acılılara gelsin bu tasvirim, bu şiirim…
…
Nusaybin… Teni tamir istiyor, ruhuysa nuru-u âlâ-i Muhammedi bir heyecan…

Nusaybin…     / Nurettin ŞİMŞEK